Ressamlar Tavus Kuşuna Benzer, Bakıldığını Hissettiğinde Kanatlarını Açar
Moda – Sahaflar Çarşısı’ndaki hayli kalabalık bulduğum resim atölyesinde ziyaret ediyorum Fırçasız Ressam Metin Akarslan’ı. Dünyaca tanınmış sanatkar bilhassa ressam arkadaşlarıyla resmin derinliklerinde bir ince sohbete koyulmuşlar; Ecevit Üresin ve Nami Araz ile. Çayımı yudumluyor, Değerli Akarslan’ın muhabbetine dahil oluyorum.
Neden Fırçasız, diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Trajik bir hikayesinin oluşunun yanı sıra yılmadan parmaklarıyla, toplu iğnelerle eşine rastlayamayacağınız resimler çizdiğini söylemeliyim, umudu ve kararlılığı tuvallerine yansımış. Yurt içi ve yurt dışında açtığı sergiler bunun en açık örneği; İspanya – Lugo, Belçika – Brüksel, İsviçre Lozan; Pera, Kaş Sanat Galerisi ise yalnızca bazıları.
Resimlerinde elementarist bölünmeler ve kübist hareketler hakim. Çizimlerinin temasındaki ustaca hicivleri ile hayatıN içinden zıtlıkları gözler önüne seriyor. Ruhunuzu dinlendiriyor simetrik geçişleri. Renk dağılımlarıyla estetize ettiği Akarslan’ın mücadele ve güzellikler dolu sanat hikayesini siz okuyucumuzla buluşturduğumuzdan sevinçliyiz.
Hattat bir babanın oğlu olarak dünyaya gelişi, bilhassa sanatsal yönü açısından Akarslan’ı oldukça etkilemiş…
1939 yılında İstanbul’da doğdum. Babam, Hattat Kadri Efendi’ydi. Hattat Hamit ile arkadaştı. Onlardan özendim. ‘’ Ahh, ben de öyle bir sanatçı olayım! ‘’ dedim. Hat yapmak için bayağı uğraştım; ama tutturamadım, olmadı. Zor sanattı. Her harfin mürekkep çekim tekniği farklıydı, kamışla çekiyordunuz. Zamanla resim yapmak istedim.
Ressamlığa başlangıcınız nasıldı?
Fakir bir muhitteydik. Resim hakkında hiçbir bilgim yoktu. Kağıt, kalem hiçbir şey yok. Yedi kardeşten en büyükleri bendim. Bir tane köpeğim vardı, bulunduğumuz sokak da okul sokağıydı. Köpeğimle sokakta dururken talebelerin geçtiği yere bir kutu koydum. Oraya kalem atın, atmazsanız köpeği üstünüze salarım, diyordum. Öğrenciler, bir bir kalem atıyorlar. On dört yaşlarındayım. Kalemleri alıp bez üzerine bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Bez üstüne resim yapılır mı, dediler bana. Ne üzerine yapacağım, dedim. Amerikan bezi, yanıtını verdiler. Evdeki eski bir yastığın kenarını kestim, üzerine yapayım diye. Nalbura toz boya almaya gittim. İçine vernik katacaksın, bezeli yağ koyacaksın, dediler. Zamanımı çizimle geçirmeye başlamıştım. Eniştem, bana bir tablo göstermişti. Al, bunun aynısını yap, demişti bana. Aldım, uğraştım, yapamadım. Nihayetinde kesip yapıştırdım. O zamanlar kolaj yapmak ayıp sayılırdı. Sanatçıları inceledim. Van Goghları, Picassoları… Bayağı özendim tabii. Onlardan kopyalar yapmaya çalıştım. Avrupa o zaman kolaja dönmüş bile. Biz bilmiyoruz.
Türkiye’de ressam olma fikri sizi korkutmadı mı?
Zordu. Devlet dairesinde iş bulmuş gündüzleri orada çalışıyor, geceleri manzara resimleri yapıyordum. Kadıköy’e geldiğimiz zamanlardı. Sanıyorum atmış seneleriydi. Öncesinde Beyoğlu’ndaydım. Orada doğmuştum. Karagümrük’te epey zaman gençliğimiz geçti. Kadıköy’e geldik evlenince. Yaptığım resimleri satmaya başladım. Koltuğumun altına alıyor satmak için mobilya mağazalarını dolaşıyordum. Devletten aldığım maaştan fazla para kazanmaya başlamıştım. Sabahlara kadar çizim yaptım. Bedri Rahmi ve Eren Eyüboğlu’nun resimleriyle tanıştım aynı dönemde. Esas ustalardı, örnek almıştım.
Zamanınızdaki sanat algısıyla günümüzü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizim zamanımızda resme çok düşkünlerdi. Sinemaya gelen insanlar girişte resim seçiyor, satın alıyorlardı. Böyle bir nesildi. Sinema müşterisi çok iyiydi. Videolar çıkınca sinema eski kalitesini yitirdi. Yerine tiyatrolar gelince, tiyatro müşterisi kaliteli, diye düşündük. Daha kalitesiz çıktı çünkü tiyatro müşterisi şimdiki gençlere hitap ediyor. Gençlerin sanatla ilgileri yok. Ne bir kitap ne bir resim bakıyorlar. Teknoloji ilerledi, ilerleyince transfer, dijital baskılar olmaya başladı, çoğaldı. Kimse orijinal resim almak istemiyor şimdi.
Resimlerinizi fırçasız çizme sebebiniz neydi?
Geceleri uzun saatler çizim yaptığımdan yanıma bir şişe bira koyardım. Bir yandan içer diğer yandan resim yapardım. Bir
süre sonra alkolden ellerim ve ayaklarım titremeye başladı. Bayağı sıkıntı çektim, resimlerimi fırçasız yapmak için çalışmaya başladım. İlk etapta çizim için kullandığım her renk kırmızı ve pembeye dönerdi parmaklarım kanadığından. Zamanla nasırlaştı. Otuz yıldır fırçasız resim yapıyorum.
Elementarist tarzınızın gelişimine değinebilir miyiz?
Bir müddet piyasa için çalıştıktan sonra arkadaşlarım: ’’ Başka çizimler yap, farklı tarzlar dene. Bu iş manzara resimleriyle olmaz. ‘’ dediler. ‘’ Kendi tarzını koyacaksın ortaya. ‘’ Ben de başladım çarpıtmaya, bozmaya resimleri. Element yani parçalar kullandım resimlerimde. Onlar hem dinlendirici oluyor hem de estetiği sağlıyor resimlerde. Tarzımdaki farklılaşmayı, çevremdeki tepkilerden anlıyorum. Yaşlı bir kadın resimlerime bakmaya gelirdi. Bir gün yine geldi; ‘’ Ya sen ne güzel manzara resimleri yapıyordun, nedir bunlar ? ‘’ dedi bana. Sanatçı arkadaşlar geldiğinde ise, resmimi düzelttiğimi söylüyorlardı. Sanatçı olmaya başlamışım meğerse farkında değilmişim. Bu yaşa gelinceye kadar bütün sanatçıları araştırıyorsun. Bakıyorsun Picasso, Van Gogh nasıl çalışmış. Okuyorsun, bir sürü bilgiler ediniyorsun. Bir noktaya gelmek için mücadele ediyorsun.
İlk serginizi nerede açtınız?
İspanya – Luga kentinde. Atölyeme bir gün bir doktor geldi. Resimlerinizi Luga’da sergileyelim ister misiniz, dedi bana. Elbette isterim, dedim. Böyle başladı. Devamını İsviçre – Lozan, Belçika-Brüksel, New York ArtExpo izledi. Türkiye’de Akbank’ta, Grifon Sanat’ta, İş Bankası Parmak Sanat Galerisi, Pera Güzel Sanatlar dahil pek çok sergi açtım.
Resimlerinizin temasında hakim kavramlar neler?
Hiciv var tablolarımda. Mesela bir tablomda kadının elinde ok var. Kadın, erkek avcısıdır. Adam da zencidir. Kökü vardır. Yani zenginim, diyor. ‘’ Her Kütüğün Bir Dalı Vardır ‘’ resmimde kadın ve adam dans ediyor. Adam haydut gibi; fakat dikkat eder misin dans ederken eli nasıl kibarlaşmış. İçimizdeki Kazlar’da insanları kaza benzeterek o yönümüze vurgu yaptım.
Sanat hayatınız neden pembe, mavi, kırmızı, siyah, sarı gibi dönemler içeriyor?
Mesut olduğum zamanlarda tozpembe oluyor. Mavi iç açıcıydı, çok güzel resimler yaptığım dönemdi. Sıkıntılı dönemlerde siyah yapıyorsun, kahverengiye kaçıyorsun. Onlar zaten belli ediyor. Bir de üşütme devri oluyor, orada kırmızıyı kullanıyorsun. Hastalıklı durumlar, sıkıntılar, kalp rahatsızlığı oluyor, yaşlandık tabii. O zaman da sarı renkler hakim oluyor. Tablo yaparken bunlar tesir ediyor insana.
İğneyle yaptığınız resimlerden bahsedecek olursak …
Çocukluğumda bir adam, gazete kağıdı alıp ıslatıyor ve yakıyor onu. Tabağın üzerinde gezdiriyor. Tabak, simsiyah oluyor. Yakasından toplu iğne çıkarıp İstanbul manzaraları çiziyor üstüne. Aklımda kalmış. İs, dünyanın en kuvvetli boyası. Günümüzde tabak geçmediğinden parlak kuşe kağıdına toplu iğneyle resimler yapmaya başladım. Çizdikçe alttan beyazlar çıkıyor. Onlardan işlemeler yaptım. İsten tablolarımı, Japonlar bayağı satın aldı.
Çocukluğumda bir adam, gazete kağıdı alıp ıslatıyor ve yakıyor onu. Tabağın üzerinde gezdiriyor. Tabak, simsiyah oluyor. Yakasından toplu iğne çıkarıp İstanbul manzaraları çiziyor üstüne. Aklımda kalmış. İs, dünyanın en kuvvetli boyası. Günümüzde tabak geçmediğinden parlak kuşe kağıdına toplu iğneyle resimler yapmaya başladım. Çizdikçe alttan beyazlar çıkıyor. Onlardan işlemeler yaptım. İsten tablolarımı, Japonlar bayağı satın aldı.
Hafızanızdan silinmeyen anılarınız var mı?
Atölyeme gelen on üç – on dört yaşlarında bir kız çocuğu... Bale dersleri alıyormuş, çok asil bir kızdı. Amca, ben bu tablonuzu çok beğendim, benim için saklar mısınız, dedi. Ne kadar saklayacağımı sordum. Harçlıklarımı biriktirdiğimde altı ay içinde alacağım, dedi. Hakikaten dediği zamanda geldi. Harçlıklarını biriktirmiş. Atölyemde başka bir resim daha görünce: ‘’ O resmi de çok beğendim, keşke değiştirebilsem. ‘’ dedi. Beğendiğin tablo sana benim hediyem kızım, dedim. Bir hafta sonra çiçekler yaptırıp geldi. Aradan yirmi sene geçti. Ressam olmuş. Ben ressam oldum, sergim var gelir misin, dedi. Büyümüş, akademiyi bitirmiş.
Sanatla ilgilenenlere önerileriniz neler?
Yalnız teknik öğrenmek değil, yetenek de gerekiyor. Emeğin yanında bilgi ve tecrübe lazım. Uğraşsınlar ki tecrübe olsun. Gayretlerinin yanında çok sevmeleri gerekiyor.
Metin Akarslan'ın websitesi için : http://www.metinakarslan.com/
Sinada dergisi
Mart - Nisan - Mayıs / İlkbahar sayısı - 2017
Mart - Nisan - Mayıs / İlkbahar sayısı - 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder