24 Ocak 2018 Çarşamba

Kadir Aydemir: İnsan Yolda Olmalı ve Reddetmeyi Sevmeli! / Röportaj - Yeliz Şenyerli

             KADİR AYDEMİR: İNSAN YOLDA OLMALI VE REDDETMEYİ SEVMELİ




          Yaşamının neredeyse tamamı Kadıköy'de, kitaplarla iç içe geçen bir yazardı Kadir Aydemir.  Olanaksızlıklara tutundu. Yaratıcılığını sonuna kadar zorlayarak Türkiye'de Japon şiir formu haikunun ilk öncüsü oldu. Türk edebiyatında bir yenilik başlattı böylece. Bilhassa şiir ve öykü türünde değerli birçok kitaba imzasını attı. Bir şeyin gerçekliği sahiciliğiyle eşdeğerdi. Bu yüzdendir ki yazıkları okuyucularının gönüllerini titretmeye yetti.

          Yaşamın dokusunu özümseyerek hikayeler biriktiren yazar; başka dünyadakilere ses olmak, döngünün bilinciyle akışın bir parçası olduklarını fark ettirebilmek, onların beyinlerinde yankı bulmak için yazdı. Kitapların, insanların hayatını değiştirebilecek gücüne hep inandı.
 
          Kendini bulmak istiyorsan yürürken korkusuz olman önemliydi onun için. Neyi aradığını çok uzun yolculuklarla buluyordun. Kozanı örüp kelebeğe dönüşmeyi, gerektiğinde uçmayı böylelikle öğreniyordun.



                              ŞİİR, BENİM İÇİN SONSUZ BİR GÜÇTÜ

Gerçek üniversitenin kütüphaneniz olduğunu söylediniz. Neden?

Üniversite eğitimimi bir süre sonra yarıda bıraktım. Onu reddettim. Oradan alabileceklerimin sınırlı olduğunu ve kütüphaneden, kitaplardan, büyük yazarlardan öğreneceklerimin sınırsızlığını keşfettim.  Arkadaş topluluğumla sadece  okuyup yazmaya verdik kendimizi. Kitapların dünyası daha çekiciydi benim için.  Maltepe'de büyük bir gecekondu mahallesinde doğdum. Zorlu bir yaşam sürerek büyüdüm. Ardından yaşamımın neredeyse tamamı, öğrencilik yıllarından başlayarak, Kadıköy'de geçti. Çeşitli gazete ve dergilerde çalışmaya başladım.  Türkiye'nin politik mücadele tarihini, kültürel çalışmalarını, burada insanlarla iç içeyken öğrendim. Sonrasında tanıştığım yazarların etkisiyle “Başka” adını verdiğim şiir dergisini çıkardım ve edebiyat dünyasının içine girmiş oldum. Benim araştırma sürecimdeki en önemli etken, yazarların büyülü dünyasına yolculuktu.

Edebiyattaki yerinizi nasıl tayin ettiniz?

İlk okumalarım, genelde öykü ve romandı. O yıllarda birçok mektup arkadaşım vardı.  Her gün mektuplar yazardım. Özlüyorum onları. Hâlâ çok iyi mektup yazarım. Büyük bir pul koleksiyonum, postanede hâlâ bir posta kutum var. Yaşatmaya çalışıyorum bunları. Mektup kültürü, beni şiire ve diğer edebi türlere hazırladı diyebilirim. Yazar olmak hayâlimdi; ama bunun için belli bir şey yapmadım. Sadece çok kitap okudum. Yaşam beni yazmaya, sonra yayınlamaya sürükledi. Doğal bir süreçti, kendiliğinden oluşan bir yolculuk hâli diyelim...

Hangi yıllarda şiire yöneldiniz? 

Lise sonrası şiire yöneldim. Arkadaşlarım şairlerden oluşmaya başladı.  Kadıköy'de, zamanla, kendi kendine, genç şairlerden oluşan bir ekip olduk. Yirmili yaşların başında dergi ve fanzinler çıkardık. Şiir, sonsuz bir güçtü benim için. Şiir dışında  bir şey üreteceğimi hiç düşünmezdim;  ama edebiyat böyle bir şey, okudukça, beslendikçe başka yollar buluyorsunuz. Kendinizde şiirle anlatamayacağınız, şiirin içine sığmayan duygular, izler, düşler keşfediyorsunuz. Bir de o dönemin kısıtlı imkânlarıyla hikayeler biriktiriyorsunuz; insanlarla ve kendinizle tanışıyorsunuz. Beni tetikleyen, yazma noktasında etkileyen bunların hepsi aslında.



Neden haiku? Bir hikayesi var mı?


Haiku, Japon şiir formu. Aslında doğa şiiri. Kadıköy'de Yazı Kitabevi diye bir mekanda şiir akşamları düzenlerdik. Dergilerdeki yazılardan, şair arkadaşlarımın okumalarından “haiku” şiirini keşfettim, araştırmaya başladım. Çok az cümleyle çok şey anlatacaktınız. Bu tam bana göreydi. Türkçe haikuların yanında Matsou Bashō, Kobayashi Issa, Taniguçi Buson gibi haiku öncülerinin şiirlerini okudum. O şiirin kültürüyle anlatmak istedikleri, benim dünyaya söylemek istediklerimle benzeşiyordu. Farkında olmadan haikunun genç temsilcilerinden oldum ve ilk kitabım “Sessizliğin Bekçisi - Haikular" olarak çıktı.



                              ŞİİR SİTESİNDEN YAYINEVİNE YİTİK ÜLKE

Yitik Ülke'nin gelişimi desek?


Bir şiir sitesi olarak tasarlamıştım Yitik Ülke'yi. Ardından çok sesli bir edebiyat sitesi oldu. Bu süreçte editör yardımcılığı, düzeltmenlik ve çeşitli işler yapıyordum. Birçok yerde, birçok işte çalışarak geçimimi sağlamaya çalıştım. 2005 yılında gazetecilik hayatım başladı. Gazeteciliğe devam ederken 2006'da, Yitik Ülke'yi yayınevine dönüştürdüm. İlk olarak arkadaşlarımın kitaplarını basmaya başladım. Tüm hayâllerimi ve yaşadıklarımı Yitik Ülke'ye borçluyum. İyi ki bu düş gelip beni bulmuş.

Çocuklukta kaybedilen bir düş gibi kurucusu olduğunuz yayınevi Yitik Ülke ...


Yitik Ülke; sıkıntılı, yoksullukla dolu zor zamanlarımda,  çok sevdiğim şairlerden bana kalan bir kelime aslında. Şiiri çok severdim. Bahsettiğim, doğup büyüdüğüm o gecekondu evimizde başladı her şey. Orada her zaman şiiri bulmaya, okumaya, yazmaya çalışıyordum. Şiiri arıyordum. Yitik Ülke bulunamayan insan, sözcüklerden bir yol, bir hayâldi benim için. Hâlâ da öyle.

Dikenler Sarayı kitabınız İsviçre Hastanesi'nin organizasyonunda birincilik ödülü almış. Sizi diğer yazarlardan farklı kılan neydi sizce?

Benim için zenginlik. Çocukluğumdan beri sürekli kitaplar alırdım. Yirmili yaşlarımda çok sık tiyatroya giderdim. Tablolara anlamasam da bakardım. Dergiler, fanzinler çıkarırdım. Hepsi bir bütün aslında. Sanatı seviyorsanız, çeşitli üretimlerde bulunmak için çabalıyorsunuz. Olanaksızlıklar bence daha kıymetli. İnsanı yaratıcılığa zorluyor. İstediklerinize sahip değilken daha yaratıcı oluyorsunuz.  Teknoloji çağında olsak da kitaplar benim için hâlâ her şeyden daha değerli.


“Seksenlerde Çocuk Olmak” ve “Doksanlar Kitabı” kitaplarınızdan hareketle günümüzle geçmiş arasındaki farklara değinirsek...

Çok uzun bir konu bu... “Seksenlerde Çocuk Olmak” kitabı, o dönemde çocuk olmayı anlatıyor.   “Doksanlar Kitabı” ise teknolojiye geçişi, değişimi. Bence o yıllarda yaşam daha doğaldı, temizdi, saftı, basitti. Kapınızı kilitlemeden uyuyabilir, kendinizi yine de güvende hissederdiniz. Sanki daha uzun yaşıyor ve her günü anlamlı kılıyorduk. O yıllarda renkli televizyonun gelişi bile büyük bir olaydı. Evlerde toplanıp video kasetlerle film izlerdik. Mahallede top oynardık. Birlikte yemek yeme kültürü vardı. Yani hep beraberdik. Kalabalıktık.

Doksanlı yıllarda teknolojiyle birlikte insanların aşkı internette 
aradığı bir döneme geçiş yaptık. Hemen ulaştıkların, hemen tükettiklerindir zaten. İnsanların evine alarm taktırdığı yine de kendini güvende hissetmediği, kalabalıklar içinde insanların yalnız olduğu zamanlardı.  Yaşam şu anda çok konforlu; ama o yıllar daha sahici geliyor bana. Kemal Sunal, Barış Mançolar'la; Süper Baba, Bizimkiler’le büyüyen bir nesil olmak güzeldi. Çok özlüyorum o zamanları.

Şu an ülkenin siyasi gündemi nasıl değişiyorsa, bizim de özlemlerimiz, isteklerimiz aynı hızla değişiyor. Naylondan bir çağ yani. Gerçeklik algısı kaybolmuş durumda. İşte, her zamanın kendine ait bir gerçekliği var.




                              KENDİMİZİ ARAMAK VE BULMAK ÜZERİNE

Gençlerle yaptığınız edebi söyleşilerinizde altını çizdikleriniz neler?


Çok kitap okumak lazım diyorum. Yaşamdan korkmamamız ve ilerlememiz lazım.

Ya sonunu göremiyorsak?

Önemi yok. Özellikle yazmak isteyenler için söylüyorum, insan maceradan korkmamalı. En parasız zamanlarımda çok uzaklara gittim, yaşamım yollarda geçti. Olimpos'ta çadırlarda, ağaç evlerde kalırdım. Kelebekler Vadisi'ni çok severdim, Cunda'ya giderdim. Kadıköy'de şair abim Arif Damar, Cunda'da bir garsonluk işi bulmuştu bana. On beş gün elektrik bile olmayan bir sahilde garsonluk yapmış çok özel şiirler yazmıştım orada.

İnsan bence yolda olmalı ve reddetmeyi sevmeli. İşi, otoriteyi... Bazen maaşı, bazen aldığı eğitimi. Gitmeli.

Önemli olan neyi aradığımız değil mi?

Neyi aradığınızı, çok uzun yolculukların sonucunda buluyorsunuz. Bence büyük şairler, romancılar, her sorunuzu cevaplıyor. Yaşamı anlamak istiyorsanız kitaplara bakın. Okuma kültürümüz çok zayıf olduğundan, bizde çözümsüzlük burada başlıyor. Nasıl düşüneceğimizi, davranacağımızı bilmiyoruz. Cümle kurmaktan, kendimizi ifade etmekten bihaberiz.  Çok okumalı, hayâllerinizi kaybetmemeli, peşinden gitmelisiniz. Benim yolum bu.

Hayallerimizi yitirdik belki? Tekrar nasıl dirilteceğiz?

Değişerek, dönüşerek. Bir tırtıl olmakla bir kelebek olmak çok farklı değil. O değişim gücünü sen kendinde görebiliyorsan, içindeki dengeyi kurabiliyorsan, yaşamın sana hazırladığı sürprizleri görebilmen ve akışa inanman gerekir. Yeniden başlamak güzeldir. Akıntıya kürek çekmeyi ve umutlu olmayı bilmeli insan.


Yazarı ve Yitik Ülke Yayınları'nı takip etmek için:

http://www.kadiraydemir.com
http://www.yitikulke.com
http://www.yitikulkeyayinlari.com







Sinada dergisi
Aralık-Ocak-Şubat (kış) sayısı / 2017-2018





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Türk Kültüründe Ad Koyma Geleneği / Bizim Anadolu gazetesi / Yeliz Şenyerli

          TÜRK KÜLTÜRÜNDE AD KOYMA GELENEĞİ      Ad, bir milletin kimliğidir. Bu nedenle Türk aile büyükleri çocuklarına, Türkçe ad koy...