30 Ekim 2016 Pazar

Hasan Ulaş: Şiir Kendi Debisine Sahip Olmalı! / Röportaj - Yeliz Şenyerli


                             
                                    HASAN ULAŞ ŞİİR, KENDİ DEBİSİNE SAHİP OLMALI

                     Seneler önceydi. Aylardan eylüldü, 2013’tü sene. Sinada isimli kültür, sanat, edebiyat dergisi aracılığıyla tanışmış, yayımlanan şiirlerimizle konuşmuştuk birbirimizle. Şimdiyse 2016’yı gösteriyor takvimler, yüreği sevgi ve umut dolu dostluğumuzun habercileri.  Yıllarımız yazarak, dünyaya iyilik ve güzellik katma gayesiyle geçti.

                    Yazın hayatına 2012 yılında Bizim Ece adlı edebiyat dergisinde yazdığı şiirleriyle başlayan Şair Hasan Ulaş’ın güçlü kalemi, Sinada dergisindeki yazılarında kendini gösterdi. Zaman geldi, bildiği gibi geçti. Başladığı günden beri iyilik ve güzelliği yanından ayırmadı şair. 1981 Manisa \ Salihli’de dünyaya gelen Ulaş’ın ilk şiir kitabı Kirman, Aralık- 2015'te Sinada Yayınevi baskısıyla dünya telaşı kavramını Kirman metaforu üzerinden okuyucusuna anlatan etkileyici konusu, dili ve üslubuyla kitapçılarda yerini aldı.


“ Yapmaya çalıştığım; kalpçeyi, gözceyi, ruhçayı, usçayı, susçayı, insancaya çevirmek “

Kirman'ın öncesince, "Hasan Ulaş, kimdir?" sorusuna vereciğiniz cevapla başlamak istiyorum sohbetimize.
Doğum yerleri \ tarihleri, okullar, mezuniyetler bir insan hakkında ne anlatabilir? Kim bir kitabı yazarının yaşına, doğum yerine, mezuniyet ve memuriyetlerine bakarak okur ki? Daha kitabın başında peşin peşin, "Şairlik" gibi bir işe soyunmadığımı, yapmaya çalıştığımın sadece kalpçeyi, gözceyi, ruhçayı, usçayı, susçayı "insancaya" çevirmek olduğunu söyledim.

 Ne okumak istiyorsam, nasıl okumak istiyorsam öyle yazdım
Kirman'ın pek az kitapta rastlanan bir bütünlüğü var. Dili, üslubu, kurgusu, şiirlerin birbirini tamamlaması... Bu bütünlüğü sağlamayı nasıl başardınız?


İşin aslı sadece ne okumak istiyorsam, nasıl okumak istiyorsam öyle yazdım. Senin de söylediğin gibi buna etki eden birçok unsur var. İlki ve belki de en önemlisi dil yani Türkçe; yazara çok cömert ve anlayışlı davranıyor. Yapısı nedeniyle sözcükler oldukça şizofren. Bu da onu çok "İnsancıl" bir lisan yapıyor. Ağırlıkla üslubumu da şekillendiren bu. Ben bir metnin, özellikle de şiirin akıcı ve kendi debisine sahip olması gerektiğine inanırım. Onu okunur yapan bence budur.  Sürekli takılıp duran bir şiir okuruna keyif vermez işkence eder. Bir başka husus, okurun ezberine çelmeler takabilmek.

Yeni bakış açıları mı demek istediğiniz?

 Hayır. Yeni bir bakış aşısı demek istedim. İstediğim başka yöne bakmaları değil, başka türlü bakmaları. Kirman, onun için meta(fizik) bir kitap;  ağaç gibi yaşayan, büyüyüp gelişen canlı bir organizma. Somut tarafı toprağın altında dünyaya tutundukça, soyut kısmı toprağın üstünde gelişmeye devam ediyor.

  Okuduğumuz her şiir, başımıza örülen çorabın nakışından bir parça
Kirman neyi simgeliyor, bize ne anlatmak istiyor?

Dünyayı. Dünya size/bize  ne anlatmak istiyorsa onu.  Dünya aslında başımıza örülen kader nakışlı çorabın ipini eğiren Kirman’dan başka bir şey değil. Okuduğumuz her şiir, başımıza örülen çorabın nakışından bir parça. Aşklarımız, ayrılıklarımız, acılarımız, hüzünlerimiz, hayal kırıklarımız, dünya telaşlarımız, yar(a)larımız...
"Kader" ve "kaza" insan hayatındaki iki önemli olgu. Dünya, döndükçe uzayı yani zamanı vakte eğiriyor. Zaman, kadere;  vakit, kazaya işaret ve felek sayısız ş/işle başımıza bir çorap örüyor. "Hayat, kaderin kazaya uğramasından ibarettir" dememin altında da bu neden yatıyor.

Kitabınızda, ayna ve insan arasında neden bir bağ kurma ihtiyacı hissettiniz?

İnsan, tamamlanma ihtiyacı duymaya başladığı andan itibaren kendini ‘’ tam anlama ‘’ ve ‘’ ifade etme ‘’ çabasına girişir ki bu da onu bir ‘’ ayna ‘’ arayışına iter. İşte genel anlamda ‘’ Kirman ‘’ bu ‘’ Ayna ‘’ yı meydana getiren dünyayı; insan da cam/canı temsil eder ki Tıynet ve Ayna şiirleri bunun kağıda vurumudur. İnsan, bedeni itibariyle camı temsil ederken, ruhu canı da ardındaki sırrı temsil eder çünkü hammaddeleri, meydana gelişleri aynıdır. İki insanı birbirine yakınlaştıran, birbirine dost kılan, camlarının  ve sırlarının  birbirine benzerliğidir.


Kimi şiirlerinizde tuhaf bir mizah göze çarpıyor.  Beddua  şiirinin sonunda  "tuz döktüm yollarına" demişsiniz mesela. Neden "gül" değil de "tuz" ?

Bu mizah değil, mizah giyimli in/ironik bir gerçeklik aslında. Kapı madem bu şiirden açıldı, biz de bu şiir özelinden gidelim istersen.  Seni şimdi Cengiz Aytmatov'un Cemilesine, bizde bilinen adıyla "Al Yazmalım" ın son sahnesine götürmek istiyorum.
Hangi soruyu sorup duruyordu Asya kendine :
-Sevgi neydi?
-Sevgi, iyilikti, dostluktu. Sevgi emekti...

İlyas belki aşkından gül döktü Asya'nın yollarına ama o karlı buzlu yollar da kayıp düşmesin, canı yanmasın diye  tuz döken hep Cemşit olmuştu...  Velhasıl kelam Asya öldü belki aşkından; ama dönmedi İlyas'a.


Hepimiz "Kızıl bir ırmak" etrafında kurulmuş birer medeniyetiz

Tarih boyu medeniyetlerin su kenarına kurulduğunu biliyoruz; fakat insan, su kenarına kurulmuş bir medeniyettir, cümlenizde insanı temel almanız ne anlam taşıyor?
 İnsan topraktan yaratıldığına göre, bu onu aynı zamanda bir coğrafya yapar. Bir coğrafyaya sahip olmak beraberinde medeniyet/ler tarihi de getirir. "Halfeti Tarihi" buna vurgu yapan bir şiir.
Biraz daha açalım istersen. Pek farkında değiliz; ama hepimiz "Kızıl bir ırmak" etrafında kurulmuş birer medeniyetiz. İnsan bedeni oluşmaya "süveyda" denilen siyah bir kan pıhtısıyla başlar. Bu, kalbin ve kara sevdanın merkezidir. Diğer hücre, doku ve sistemlerin tamamı, süveydanın etrafında gelişimlerine devam ederler.  Yani insan vücudu, kalpten doğan ve bütün bu coğrafyayı enine boyuna saran kızıl bir ırmağın etrafında kurulmuş bir medeniyettir.  



Peki Halfeti ?
 İnsanın kalbi, tarihini ve yaşanmışlıkları anlatmak için kullanılan bir metafor aslında. Halfeti’de dünya üzerinde sadece burada yetişen endemik siyah bir gül çeşidi var. İki insan arasında yaşanmış her his de böyle endemiktir yani biriciktir. Bu duygu ve hisler bütününü başka bir insanla yaşamanıza imkan yoktur. İşte o gül kopartıldığında rengi kırmızıya döner ve yaprakları dökülür. İnsan da ait olduğu yerden, yeşerip büyüdüğü topraktan, gönülden  kopartıldığında tıpkı bu gül gibi kan ağlayıp solmaz mı?


Kalpten doğup 

Gürül gürül akan kızıl bir ırmak olmasa,

Esip gürlemesem,

Gülüp güneş açmasam, gecelenmesem

Yaşamam mümkün mü bu topraklarda?

Kirman / Hasan Ulaş  






Kadıköy Life dergisi, 
Ekim 2016
https://www.kadikoylife.com/hasan-ulas-siir-kendi-debisine-sahip-olmali/


Türk Kültüründe Ad Koyma Geleneği / Bizim Anadolu gazetesi / Yeliz Şenyerli

          TÜRK KÜLTÜRÜNDE AD KOYMA GELENEĞİ      Ad, bir milletin kimliğidir. Bu nedenle Türk aile büyükleri çocuklarına, Türkçe ad koy...